ILIK BİR SÖZ / Rıdvan TANIR




















Sessiz sessiz akıp giden ömre razılık var gibi
Oysa hayat, işmar eder uzaktan
Gösterir riyakâr yüzünü köşe başında
Sesi de hoş gelir kendi de
Uçsuz bucaksız düşlere daldırır
İnsanı indirir sonra tekrar kaldırır
Rüyalar gerçek olsa kim bilir
Kaç defadır ölmüştüm bu günlerde
Ve görmüştüm yağmurda kanat çırpışlarımı
Kapı eşiğinden gözetlediğim girdapları
Kızıp da yaktığım kitapları görmüştüm kaç defadır
Adı konmayan umutlara bel bağlamış gidiyorum şu sıralar
Çünkü evet, yani, tam olarak
Emsalsiz seviyorum henüz yaşamadıklarımı ve yaşatmadıklarımı
Mesela Bogota’da bir dilenci beni bekler yıllardır
Ona bir Kolombiya pesosu bırakmalıyım ölmeden önce
Dünyayı en az bir kere turlamalıyım
Bütün umutsuzluğumla umut olmalıyım

Bugün sabaha karşı ılık bir söz duydum düşümde
Ilık bir söz sabaha karşı düşümde hayallerimi baltaladı
İntihar girişiminde henüz bulunmadım fakat
Bir eksiklik var gibi, Azalarım yerinde mi?
Ben buradayım, o daha derinde mi?
Zifiri yüzlerin karartısına hiç kimse telif istemez
Beklemez kimse kara kaplı resimlerin sergisini
Günün kederli yolculuğu son buluyor artık
Fakat ben balkon keyfi yapan karıncadan daha keyifli değilim
Hüzünlerim olabildiğince katmerli bugün

Evet, o gemide bende vardım
Dünya haddinden fazla temizdi
Bitmeyecek olan ben değildim
Fakat gitmeyecek olan belliydi
Uzun soluklarla boğulmuş
Bir kaplumbağa kolonisi benim hayatım
Her şerrin üstesinden gelebilirim
Ama bu çocuksu yanım, uçurtmalar yaptırıyor bana
Çocukken bilmediğim oyunları büyünce öğrendim üstelik
Bu gündelik keşmekeşinde hayatın
Şimdi bütün şeffaflığıyla her şey önümde
Ve bende gidiyorum artık
Hem de doğum günümde.



***
ÂDEMİYET















Ey yürüyen ölüler susun!
Ve dinleyin!
Bir çığlık,
Bir feryat,
Bir enin,
Gök kubbeyi ağlatan
Siz gamsız, dil-mürde
Yine üç maymun sahnede
Sofrada gramofon sesi
Nerede insanlığın merkezi
Timsah gözyaşları
Merhamet paradoksu
Uzlete giden yol zalimleşmeye çıkamaz
Gem vurmayın
Haykırın kalplerini riyakâr yüzlerine
Hani o asabiyet-i islâmiye
Hiç değilse buğz edin
Nerede insanlık ritüelleri
Her hây insan olmaz, olamaz
Bir umman, bir duygu membağı
Koskoca ziyafette kuru soğana talim
Mahlukat’ ta yok böyle bir zalim
Güneşe siparişe ne hacet
Ah kara bulutlar olmasa.


***
FİLİZLENEN ÎSLÂM

Türkiye’de rejim değişikliği ile birlikte başlayan ve tek partili yıllarda doruk noktasına çıkan İslam dininin Türkiye özelinde yozlaştırma çalışmaları ve jakoben zihniyetin politikaları insanların yaşamlarına dini ve insani her türlü özgürlüklerine kısıtlama getirmiş ve insanlar yıllarca bu zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. O dönem yakılan, toplatılan, korku ve hüzünle toprağa gömülen kitaplar şimdi kökleri daha sağlam ve gür bir şekilde bu kadim coğrafya da filizlenmektedir.

Lakin bu duruma gelene kadar ki yaşatılan eziyetler çekilen ızdıraplar bir neslin “helak” olmasına ziyadesiyle yetmiştir. Üstad Nuri Pakdil’in "Ben uygarlığımızın yabancılaştırılma girişimleriyle yenen hakkımızı geri istiyorum"  sözünden hareketle, Baskılarla sindirilmiş, yıldırılmış bir neslin devamı olarak ayakları yere daha sağlam ve sert bir biçimde basan, donanımlı, akıllı, merhametli, adaletli bir biçimde İslam düşmanlarının, bu ülkeyi İslam’dan ayrı düşünenlerin İslam’dan ayrı görmek isteyenlerin karşısına en kavi şekilde dikilmek mecburiyetindeyiz ve onlardan üstadın da dediği gibi yenen hakkımızı geri almalıyız.

Türkiye; Afrika’dan, Arap yarımadasından, Orta Asya’dan, Uzak Doğu’dan ve Dünyanın herhangi bir noktasından bakacak olursanız Müslümanlar için her daim sığınılası bir liman, her daim bitmeyen tükenmeyen bir umut ışığı olmuştur. Her daim umut ışığı olmanın külfeti her an umudumuzu diri tutmaktır.

 Sezai Karakoç’un yıllardır haykırdığı çığlığa kulak vermeliyiz;

“Milletim! Çok büyük bir milletsin. Çok büyük bir ülken var, onun birçok parçasına el konulmuş. Öbür parçalarına da göz dikilmiş. Çok köklü bir tarihe sahipsin. Gerçek bir medeniyetsin. Hakikat medeniyetinin sahibisin onu yeniden ayağa kaldır. Diril ve dirilt! İnsanlık seni bekliyor.”

Bu çığlığa, bu feryada çok ama çok ehemmiyet göstermeliyiz. Üstadın da dediği gibi; çok büyük bir milletiz ve çok köklü bir tarihe sahibiz ve bunun getirdiği sorumlulukları her devrin nesli en iyi şekilde idrak etmek durumundadır.

Yine Sezai Karakoç üstadın;

“Düşüncede diriliş olmaksızın inançta diriliş gelişemez. İnançta diriliş olmaksızın da duyuşta, duyarlılıkta yani sanat ve edebiyatta diriliş başlayamaz.” Anadolu topraklarının mayasıyla yoğrulmuş olan her birey için bu söz bir öğüt olarak kulaklarına küpe olmalı ve yaşamlarında, tavır, tutum ve davranışlarında model alınmalıdır.

Peki; düşüncede ve inançta diriliş nasıl olmalıdır.

Düşüncede ayağa kalkmak; Müslüman olmanın verdiği sorumlukla bireyin kendi menfaatlerinden önce hatta kendi ihtiyacı olsa bile, başka bir muhtaç olan din kardeşinin müşkülünü giderme yetisini ve düşüncesini elde etme durumu ile hasıl olur.

İnançta ise;  “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” Sözünden hareketle doğru yanlış tetkiki yapmadan, dinin emir ve yasaklarına icabet ederek akli ve kalbi teslimiyeti tam manada uygulayarak diriliş sağlanacaktır.

 İslâmın bu coğrafyada gerçek manada tekrar filizlenmesi ve yeşerip bütün muhtaçları, zulme uğrayanları ve yüzünü Anadolu’ya dönüp bu coğrafyadan medet umanları ve yine bu coğrafyaya dair umudunu diri tutanları ve dahi bütün insanlığı şefkat, merhamet ve adaletle yeniden sarıp kucaklaması ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
 
                                                                                                                                                 

***
HİLÂLİN GÖLGESİ
















Serden geçtik
Senden geçilmez

O yıldızına o hilâline
Yan bakanlar kalır mı haline

Ölmeyi şeref bilenler uğruna
Mahrem bastırır mı aziz yurduna

Bayrağındaki hilâlin gölgesi
Sarar aman dileyen her sesi

Sana sığınana hep kucak açtın
Dosta güven, düşmana korku saçtın

Merhamet bayrağın dalgalanır
Bütün cihan seni böyle tanır

Mazlumların o çarpan sinesi
Sensin hakkın merhamet vesilesi

Nedir bu düşkünlere verdiğin değer
Dünya ne yapardı olmasaydın eğer

Eller açılır hasretinle semâya
Girersin amîn denilen her duaya

Demir dişlileri bir gün elbet kıracaksın
Sonra mukaddes bir gül gibi açacaksın

Herkes hasret bir düşen yaprağına

Vuslat ne zaman bir bedenlik toprağına.

***
VİSAL












Ne kadar hamd etsem
Kâfi gelmez
İçimde çocuk sesleri
Anlatamam.

Geldim,
Hasretle beklediğim vuslata sonunda erdim
Dünya şimdi anlam buldu yüreğimde
Yıldızlar gözümde daha bir parlıyor
Rüzgâr huzur veriyor tenime

Nefes alıyorum artık huzurla
Ağlıyorum
Çünkü artık anlıyorum
Güller neden bu kadar güzel kokar

Duyuyorum artık kuşların cıvıltısını
Sözsüz kelimeleri
Yaşamanın çetrefilli girdabına düşeli
İlk kez huzur buluyorum

Bereketli bir çiçek açtı gönlümde
Hasretle yanan yüreğimde
Selam benden arta kalan küle
Selam daldaki bülbüle
Selam otuz yapraklı güle.
                    

***
AŞK VE İMAN









                                  


 İsmail Göktürk Hoca’ma





Çöldeki vaha gibi varlığınız
Karanlık girdaplarındaki gençliğin
Yolu, yönü, ışığısınız.

Anadolu gibi sıcak, samimi duruşunuz
Emsaldir görenlere
Kahramanısınız bir neslin
Asabiyetiniz İslam kokar bilenlere
İman savaşında.

Mukaddes ışık göğsünüzde
Yüzler, binler peşinizde
Vatandır, aşktır ve Allah’tır kelamınız
İmanlı nesildir en büyük meramınız
Hâlisâne kalbinizi herkes bilir
Allah sevdiğini bize de sevdirir.

Bir sözünüz binlere tesir eder
Muhabbetiniz binleri esir eder
On yıllardır
Aç ve susuzdur bu topraklar
Mukaddes bir söze
Mübarek bir yüze
Varlığınız su serper kor olmuş gönüllere
Hastalıklı kalplere ehil bir hekimsiniz
Unutturulmuş kimliğimizi bize siz öğrettiniz
Zaman çektiğiniz ıstıraplara direnir
Ve gün gelir
Bir nesil sizin bahçenizde yeşerir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder