OKUMA KÜLTÜRÜ / Şaban SÖZBİLİCİ


“Merhaba, hoş geldiniz, özlerdi bu can sizleri
  Kıldın ihya Hz. İsa gibi can bizleri”

Adnan Ötüken, Şikago’da bir kütüphaneye girer. Bir Türkçe yazma kitabı alıp açtığında ilk sayfada yukarıdaki mısraları okur.
Her insanın içinde bir inanma duygusu vardır. İnanmanın tezahürü olan bir dine, bir inanca bağlılık nasıl anlaşılır? Müslüman, Hıristiyan, Musevi diyorsak bu ifadeleri nereden alıyoruz?
Her dinin kitabı bizi bu ifadelere yönlendiriyor. Her inanç bir kitap veya yaprak etrafında doğmuştur. Her nebi, kitaba göre yaşamıştır. Her resul, kitabı takip etmiştir. Öyleyse her kitap, yeni bir medeniyetin müjdecisi olmuştur. Çünkü tarihin seyrini değiştiren kitap, fikrin de değişmesine, yeni fikirler doğmasına kaynaklık yapmıştır.
Allah, insana kitabı verirken anlama gücünü vermiştir. Evreni verirken, evreni anlama gücünü vermiştir. Anlama gücü, kişinin kendini etkin hale getirmesidir. Kitap dışın içe hapsidir. Bundan dolayı kitap hazır bilgiyi, duyguyu aktarandır. Öyleyse kitabı anlamak dışarıyı anlamak; duyguyu, düşünceyi anlamaktır.
Çağdaş medeniyetin, yaşama sevinci de diyebileceğimiz üç temel dayanağı var.  İnsanlık bunlarla ayakta durmaktadır: Kitap, şehir ve müze.
Her medeniyetin arkasında mutlaka bir şehir, mutlaka bir kütüphane, mutlaka bir müze vardır. Biz bunlardan kitap ve okuma kültürü üzerinde duracağız.
İnsanoğlu yavaş da okusa, hızlı da okusa; az da anlasa, çok da anlasa kendini bilmedikten sonra okumanın da bir mantığı yoktur.
Sekiz yüzyıl önce “İlim kendini bilmektir.” diyen Yunus, kırk yıl Taptuk Emre’nin kapısından ayrılmamıştır. Mevlana kendini bilmek için Şems-i Tebrizi’yi her ayrılışta tekrar istemiştir.
İlmin kapısı ve “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” diyen Hz. Ali, bilmediklerimi ayağımın altına koysalar başım göğe değer derken, öğrenmekten geri durmamıştır.
Allah’ın, Hz. Peygambere ilk emrini de zaten hepimiz biliyoruz: Oku.
Arkadaşlar, okumak bilmenin ve anlamanın anahtarıdır. Çünkü günümüzde bilginin yüzde seksenden fazlası okuyarak elde ediliyor. Ders kitabı, edebi kitaplar, dergiler, gazeteler, internet okumaları…
Okumanın olmadığı neresi var? Hiçbir yer.
Kültür ve bilim beşiği üniversitedeyiz. Her gün kitapla göz, el, koltuk temasımız var. Dünümüzde kitap vardı, bugünümüzde var, geleceğimizde de kitap olacak.
Kitapsız bir hayat düşünemeyiz.
Orhun Abideleri tarihimize ait ilk kitabımızdır. Divan-ı Lügati’t Türk, Atabetül Hakayık, Irk Bitig, Sekiz Yükmek, divanlar, mesneviler dünün kitaplarımızdandır.
Milletçe okuduk, bugüne geldik. Bugün, bilim çağında, sanat çağında, düşünce çağında okuma sırası bizdedir. Her okuyan bilginin üstüne bir bilgi katıyor. Her düşünen düşüncenin üstüne yeni düşünce katıyor. Her sanat üstüne yeni sanat oluşturuyor.
Yani sürekli değişim içindeyiz. Ama değişmeyen bir şey var; o da okumak.
İlkokuldan üniversiteye kadar okuduk, üniversiteden mezara kadar da okuyacağız. Bizim bir parçamız olan okumayı zevkli hale getirirsek bizi mutlu eden bir parça olur.
Mesleğimizi zevkle yaptırır, günlük hayatımızı donatır, süsler.
Hiç kimse bir işi tek başına yapamaz, bir yardımcıya ihtiyaç vardır. Sizlerin ve bizlerin yardımcısı kitaptır. Kitap da ancak okumayla anlaşılır.
Kitap ve okuma, bilenle bilmeyeni ayırır.
Kitap okuma; düşünceyi besleyen ana kaynaktır, bilgi dağarcığımızı genişletir ve anlama kabiliyetimizi artırır.
Kitap okumanın üç amacı vardır.
Günlük yaşantıdan kopmamak için okumak (Magazin, günlük haberler, kültür edinme.).
Okuma zevkini karşılamak için edebi metinler okuma ( Roman, hikâye, deneme, şiir…).
Edineceğimiz meslekle ilgili okumalar ( Ders notları, ders kitapları, araştırmalar, raporlar.).

Bu üçayağı birlikte götürenler iyi bir okuyucudur, yarınını mutlu kılanlardır.
Arif Eren’e göre okumak “İnsanın çağa ayak uydurmasıdır.” Kitap, başladığınızda oturuşunuzu değiştirendir.

Ziyaret edelim, sözünü duymuşsunuzdur. Bunun okumayla, kitapla bir bağı var mı? Bunu sorgulamadan şu bilgileri verelim.
Birine uğramaya eskiler ziyaret etme derdi.
Türbelere, ziyaret denirdi ve türbeler ziyaret edilir.
Eskiler, kitap için de ziyaret etme ifadesini kullanmışlar.
Urfalı Nabi, hac yolunda, Konya’da konaklar, Sadrettin Konevi Kütüphanesinde, İbni Arabî’nin Fütuhat-ı Mekkiye’sini ziyaret ettiğini söyler.
Ali Emiri Efendi, yazma eserleri bin naz ile çıkarır, okuyucuya “Ziyaret buyurun efendim.” diye uzatırmış.
Reşit Yelkenci, Sahaf dükkânında Nuri Bey’e yazma bir Kur’an uzatırken “Ziyaret buyurun.” der.
Evet, bizler de kitabı ziyaret edenlerden olmalıyız. Unutulan bu üslubu yeniden canlandırabiliriz. Kitaplar, arada bir kapısını çalıp kendisini yoklamamızı bekleyen aile büyüklerimiz gibidir, ziyaret edilmeyi beklerler. Okurların kitaba ihtiyacı olduğu gibi, kitapların ve kütüphanelerin de okuyucuya ihtiyaçları vardır.

Kültürün dünde, bugünde, yarında tek taşıyıcısı kitaptır diyen Cemil Meriç, 39 yaşında görme kabiliyetini kaybetmeye başlar. Mütefekkir Cemil Meriç, kızı kendisine kitap okuyamadığı gün masaya sandalyeyi koyar, üstüne çıkar, kitabı lambaya yaklaştırarak o az gören gözüyle saatlerce kitap okurmuş.
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Yaşar Kemal, pamuk işçisiydi, sonra matbaa işçisi, yani harf dizen oldu. O bununla yetinmedi, ortaokul terk yazarımız okuma kabiliyetini geliştirdi, gözlem yeteneğiyle birleştirerek iyi bir yazar oldu. Başarının yolu üç şeyin tekrarından geçer. Okumak, okumak, okumak… Sabır, sabır, sabır… Çalışmak, çalışmak, çalışmak…
Yani çivi çiviyi söker.
Fatih 21 yaşında, Necip Fazıl 17 yaşında şöhrete ermiş; her ikisi de okumanın bilincindeydi.
Süheyl Ünver, uzun ömürlü bir tıpçı, ressam ve kültür adamıdır. Onun için yaşamın anlamı durup dinlenmeksizin çalışmak demekti. Evde olduğu günlerde kendisini bir meşguliyetsiz, daha uygun bir deyişle kalemsiz kâğıtsız göründüğü anlar sayılı imiş. Oturduğu herhangi bir koltukta dizlerinin üzerine yerleştirdiği küçücük bir altlık, onun için en ideal masa olurmuş. Yazmaktan sıkıldığı an, kucağındaki dosyadan çıkardığı tezyin, motif üzerinde çalışır, sonra tekrar yazılarına döner ve bu hararetli çalışma temposu kısa dinlenmelerle gün boyunca sürermiş. Seksen sekiz yaşında vefat eden Süheyl Ünver’e dostları bir gün sorar:
“Azrail sizi unuttu mu?”
Cevabı bizi de düşündürmelidir:
“Azrail’le yakında görüştük, bana dedi ki: Boş bulursam götürürüm.”

Kişiler nasıl ünlü oldular, sorusunu sormaya gerek kaldı mı? Yine de birkaç örnek daha verelim.
On yaşında iken birçok ilim dalında bilgi sahibi olan Tıp bilgini İbni Sina, bir kitabında şöyle der: “Geceleri hep okumak ve yazmakla meşgul oldum.  Uyku bastırınca bir şey içip açılıyor ve yeniden çalışıyordum.”
Çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet, çocuk yaşta iken okuma alışkanlığı kazanmış, padişah olduğu günlerde bazen sabaha kadar okur, okuduklarından not alırmış.
Yavuz Sultan Selim, günde yedi, sekiz saat kitap okurmuş. Mısır Seferi sırasında yanında üç katır yükü kitap varmış. Yavuz, daima az okur, az uyur ve günde bir defa yemek yermiş.
Seyyahlardan Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi ve Barış Manço, kitapla yatar, kitapla kalkarmış.
Mustafa Kemal Atatürk, “Ben çocukken fakirdim, iki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim.” der.
Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, bakanlıktaki işi bitip evine gelince kütüphanesine geçer, çoğu geceler yatağa uzanmayıp kütüphanede çalışırken koltukta uyurmuş. Sabahında tekrar bakanlığa geçermiş.
Doksan kitabın kelimelerini, üç ayda, her gün üç saat meşgul olmak şartıyla, tırnak kadar hafızasına yazdığını söyleyen ve on beş yaşında şöhrete eren Bediüzzaman Said Nursi, ezberlemek benim için büyük bir nimetti. Çünkü ben güzel yazı yazabilseydim, meseleler kalbime tam yerleşmezdi. Yazım güzel olmadığı için, daha önce öğrendiğim ilimleri ruhuma yazıyordum.

Bir besiciye sorarlar:
- İneğin ne kadar süt veriyor.
Köylü cevap verir:
İneğim süt vermez. Ondan sizin almanız gerek.

Hayat, bize başarı veya mutluluk vermez. Biz hayattan başarı ve mutluluğu almaya çalışmalıyız. Başarıyı elde etmenin yollarından biri kitap okumaktan geçiyor.
Okumak dağlara tırmanmaktır. Yükselmektir. Uçmaktır.
Okumak hazinedir.
İnsan okudukça büyür.

Sadii Şirazi anlatıyor:
Bir gün hamam gittim. Yıkanmam için arkadaşım hoş kokulu kil verdi.
Kile sordum:
“Mis misin, amber mi?”
Kil cevap verdi:
“Değersiz bir kilim. Ama bir zaman gülle bir arada bulundum.”

Kitabı arkadaş edinen kitaplaşır.
Kitap okumak, amacımıza ulaşmanın en büyük aracıdır.

Bilgiye susayanın ziyaretgâhıdır kütüphane
Kim ki eksik gelse kendini tamam eder kütüphane

         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder